..Peygamber Efendimiz(s.a.v.)'in Cenab-ı Allah(c.c.)'ın Katına Ulaştığı Gece: Mirac Kandili..

..Tüm İslam Alemi'nin Mirac Kandili Kutlu Olsun..

Sonpeygamber.info adresinde yayınlanan Yrd. Doç. Dr. Salih Sabri Yavuz'un Mirac hadisesi hakkındaki bu güzel yazıyı paylaşmak istedim:

Mîrac Nedir?
Sözlükte "yukarı çıkmak, yükselmek" anlamındaki urûc kökünden türeyen mîrac kelimesi, "yukarı çıkma vasıtası, merdiven" demektir. Terim olarak Hz. Peygamberin göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder. İslamî kaynaklarda genellikle ele alındığı şekliyle Mîrac hadisesi iki safhada meydana gelmiştir. Rasul-i Ekrem'in bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yaptığı yolculuğa İsrâ, oradan göklere yükselmesine Mîrac denilmiştir. Literatürdeki bu ayrım her iki terimin naslarda zikredilmesinden ileri gelmektedir. Geceleyin yürüme anlamındaki "sery" kökünden türeyen "isra", Kur'an'da bir sûreye ad olmuştur. Buna göre Allah, kudretinin işaretlerini göstermek için kuluna (Hz. Peygamber) Mescid-i Haram'dan, çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksa'ya geceleyin bir seyahat yaptırmıştır (el-İsra 17/1). Mîrac kelimesi Kur'an'da geçmemekle birlikte çoğul şekli olan meâric "yükselme dereceleri" manasında Allah'a nisbet edilmiştir (el-Meâric 70/3).
Semaya yükseliş tasavvuru eski Hint ve İran mitolojileriyle Yahudilik ve Hıristiyanlık geleneğinde de mevcuttur.
Buhari ve Müslim'de Mîracla ilgili olarak yer alan rivayetlerin ortak noktalarına göre olay şu şekilde cereyan etmiştir: Bir gece Rasûlullah Kabe'de Hicr veya Hatîm denen yerde iken -bazı rivayetlerde uykuda iken veya uyku ile uyanıklık arasında bir halde- Cebrail (a.s) geldi; göğsünü açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içini iman ve hikmetle doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip Beytülmakdis'e götürdü. Rasûl-i Ekrem Mescid-i Aksa'da iki rekat namaz kılıp çıktığında Cebrail, biri süt biri şarap dolu iki kap getirdi. Rasûlullah süt dolu kabı seçince Cebrail "fıtratı seçtin" dedi, ardından onu alıp dünya semasına yükseltti. Semaların her birinde sırasıyla Adem, İsa, Yusuf, İdris, Harun ve Musa peygamberlerle görüştü; nihayet Beytülma'mur'un bulunduğu yedinci semada Hz. İbrahim'le buluştu. Sidret'ül- Münteha denilen yere vardıklarında yazıcı meleklerin kalem cızırtılarını duydu ve Allah'ın huzuruna çıktı. Burada Cenab-ı Hak elli vakit namazı farz kıldı. Dönüşte Hz. Musa, elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah'tan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamberin Huzur-u İlâhiye müracaatı ve Hz. Musa ile diyalogu devam etti (Buhari: Salat,1; Tevhid,37; Enbiya,5; Bed'ül-halk,7; Menakıb,24/ Müslim: İman, 259, 262-263; Fezail,164). Bir rivayete göre Rasul-i Ekrem'e Mîracda Bakara Sûresi'nin son ayetleri indirilmiş ve Allah'a ortak koşmayanların affedileceği müjdesi verilmiştir (Müsned,I, 422; Müslim, İman, 279).
Mîracla ilgili sahih rivayetlerde bazı farklılıklar mevcuttur. Hz. Peygamberin doğrudan Mescid-i Haram'dan semaya yükselişinin bildirilmesi böyledir. Ancak İsra ve Mîracın aynı gece gerçekleştiği kabul edilip rivayetlerin bütünü göz önüne alındığında Rasûl-i Ekrem'in Mescid-i Aksa'ya uğradığı ve burada İbrahim, İsa ve Musa'nın da içlerinde bulunduğu peygamberler topluluğuna namaz kıldırdığı anlaşılmaktadır (Müslim, İman, 259; İbn-i Hişam, II, 37-38). Diğer rivayetlere göre de Hz. Peygamber, olayı anlattığında Kureyşliler kendisini yalanlayıp Mescid-i Aksa hakkında sorular sorunca Allah O'na mescidi göstermiş ve böylece soruları cevaplamıştır (Müsned,I,309; Buhari, Menakıbu'l-ensar,41).
Ne Zaman Gerçekleşmiştir?
Mîrac, en sahih kabul edilen rivayete göre, birinci ve ikinci Habeşistan hicretinden sonra, Hz. Hatice ile Ebû Talip'in vefatlarını takip eden dönemde, Hicretten bir yıl önce meydana gelmiştir. Müslümanların çoğunluğu Mîracı Receb ayının 27. gecesinde kutlamaktadır.
Mîracda Bahsi Geçen Mescid-i Aksa Hangi Mescittir?
Mîrac'da adı geçen Mescid-iAksa'nın hangi mescid olduğu konusunda ayetlerde açıklama yapılmamış, sadece çevresinin mübarek kılındığı belirtilmiştir. Mescid-i Aksa'nın "uzak mescid" anlamına geldiği, halbuki Kur'an'da Filistin için "edne'l-arz" (en yakın yer) ifadesinin kullanıldığı (er-Rum 30/3) belirtilerek semavî bir mescid olması ihtimali üzerinde durulmakla birlikte ( M. Hamidullah, I, 93) hem tarihî veriler hem de ayetteki ifadeler dikkate alındığında söz konusu mabedin tarihî bir gerçekliğinin olduğu anlaşılmaktadır. O dönemlerde mescidin mevcut olmaması daha önceleri Kudüs'te Mescid-i Aksa'nın bulunmadığını göstermediği gibi Mescid-i Aksa'nın müslümanların ilk kıblesi olduğu da bilinen bir husustur. Semavî dinlerde tevhid inancı açısından ibadetlerin ifası sırasında müminlerin yöneldiği mekân (kıble) bir amaç değil, araçtır. Bu mekanın üzerindeki binanın yüzyıllar içinde yıkılıp yeniden yapılması veya zaman zaman mevcut olmaması mekanın manevî konumunu engellemez.
Mîrac Ruhen mi Bedenen mi Gerçekleşmiştir?
İsra ve Mîracın mahiyetine yönelik en önemli tartışma bedenen mi ruhen mi gerçekleştiği konusundadır. Kelam ve Hadis alimlerinin çoğu olayın bedenen ve uyanık halde gerçekleştiği görüşündedir. İsra ve Mîrac, rüyada gerçekleşmiş olsaydı bu sıradan bir hadise olur, Kureyşliler de onu inkar etmezdi. Buna göre ayette geçen "abd" kelimesinden ruh-beden bütünlüğüyle Hz. Peygamber kastedilmektedir, ayetin zahirini tevil etmeyi gerektiren bir sebep yoktur. Ayrıca "sana gösterdiğimiz rüyayı ....insanlar için bir imtihan vesilesi yaptık" (İsra 17/60) ayetindeki rü'yet gözle görmeyi ifade eder, eğer uykuda görülen rüyayı kastetseydi bu bir imtihan vesilesi sayılmazdı. Hz. Aişe ve Muaviye b. Ebi Süfyan'dan rivayet edilen farklı yorumları da değerlendiren alimler, bu rivayetlerin hadis tekniği açısından problemler taşıdığını ileri sürmüştür. Fahreddin er-Razi, güneş ve gezegenlerin büyük kütlelerine rağmen çok hızlı hareket edebildiklerini söyleyerek Allah'ın dilemesi halinde başka bir varlığın da benzeri bir hıza ulaşabileceğini ileri sürer. Ona göre Hz. Peygamberin Mîraca yükselişi ihtimal dışı görülürse Cebrail'in inişine de aynı şekilde bakmak gerekir. Mîracın bedenen gerçekleştiğini temellendirme sırasında kelamcılar konunun daha çok Allah'ın irade ve kudreti dahilinde oluşuna ağırlık vermiştir. Bu çerçevede yapılan yorumlar meseleyi insan aklının anlayabileceği bir seviyeye indirgemeye dayanmaktadır. Ancak mucize anlamında ilahi ayetlerden olan bu hadiseyi tamamen aklî çerçeveye sokmak kolay değildir (Elmalılı,V, 3150).
İsra'nın ruhen gerçekleştiği görüşünü benimseyen alimler Hz. Aişe'nin "Rasulullah'ın bedeni yerinden ayrılmamış, o ruhuyla yolculuk yapmıştır" ve Muaviye'nin, "İsra Allah'tan gelen sadık bir rüyadan ibarettir" beyanları ile Hasan-ı Basrî'nin bu görüşe itiraz etmemesini delil kabul etmişlerdir (İbni İshak, 275; İbni Hişam,II, 40-41). İsra Sûresi 60. ayetindeki rüya ise gözle görmeyi değil düşte görmeyi ifade eder (Suyûtî, Şerhu Kıssati'l- İsra, s. 55).
İbni Kayyım ise Mîracın rüyada gerçekleşmesiyle ruhen gerçekleşmesi arasındaki farka dikkat çeker. Ona göre Hz.Aişe ve Muaviye bu olayın uykuda değil ruhen vuku bulduğunu söylemişlerdir. Uyuyan kimsenin gördükleri uyanıkken duyularıyla algıladığı şeylerin örneklerinden ibaret olur; böylece gökyüzüne çıkarıldığını görür, ancak ruhu yükseltilmez. Rasulullah'ın yükseltildiğini kabul eden iki gruptan biri ruh ve bedenle, diğeri ise bedeni olmadan ruhuyla Mîraca çıktığını söylemiştir. İkinci grup, Mîracın uykuda gerçekleştiğini ileri sürmemiş, ruhun bizzat yolculuk yaptığını kastetmiştir (Zadü'l-Mead, III, 40).
Çağdaş bir çok müellif de İsra ve Mîracın ruhen gerçekleştiği kanaatindedir. Bedenen gerçekleştiğini öne sürenlerin delillerini zayıf bulan Şibli Numanî, İsra Sûresi'nin ilk ayetinde yer alan abd kelimesinin ruha atfedilebileceğini, bedenin her an değişikliğe uğrayabileceğini, kalıcı olanın ruh olduğunu söyler. Ayrıca Mîrac olayında geçen Mescid-i Aksa'nın dışındaki mekan ve hadiseler ruhanî aleme aittir. Dolayısıyla bu tecrübe ruhun maddi unsurlardan sıyrılarak melekût alemine yaptığı bir yolculuktur. Yine Şiblî'ye göre, bir şeyin imtihan konusu yapılması onun mutlaka olağanüstü sayılmasını gerektirmez (Asr-ı Saadet, II, 438-444). Muhammed Hamidullah da rivayetlerde geçen, "Uyku ile uyanıklık arasında bir durumda idim" ifadesinden hareketle bu seyahatin Hz. Peygamberin tam şuur halinde, fakat ruhunun hakimiyeti altında gerçekleştiğini söyler (İslam Peygamberi,I, 92).
İlgili ayet ve hadislerden İsra ve Mîracın bedenen veya ruhen gerçekleştiği sonucunu çıkarmak mümkündür. Ancak başta Buhari ve Müslim olmak üzere muteber kaynaklarda yer alan tasvir ve olaylar Mîracın ruhen gerçekleştiği görüşünü desteklemektedir. Mucizenin tanımı ve nübüvveti ispat etme fonksiyonu yönünden bakıldığında Mîracın, klasik mucize ölçüleri dışında Hz. Peygamberin manevî dünyasında gerçekleşip itminan ve güç veren olağanüstü bir hadise niteliği taşıdığı anlaşılır. Rasûl-i Ekrem'in hanımı Hz. Hatice ile amcası Ebu Talib'in vefatının, ayrıca maddi-manevi eziyetlere maruz kaldığı Tâif seferi dönüşünün ardından gerçekleşen Mîrac olayının O (sav)'na Allah tarafından lutfedilen manevi bir destek olduğu açıktır. Bu ilahî lütfun, son nebînin getirdiği mesajın Mescid-i Aksa'da kendilerine namaz kıldırdığı ve semalarda görüştüğü peygamberlerin mesajlarını ihya edeceği ve hak dinin bütün dinlere hakim olacağı (el-Fetih 48/28) şeklinde yorumlanması hem naslar hem de tarih açısından isabetli görünmektedir.
Hz. Peygamber Cenab-ı Hak'la Görüştü mü?
Hz. Peygamberin Mîracda Allah'ı görüp görmediği meselesi, onun sidretü'l müntehâda "iki yay ucu aralığı kadar" (kâbe kavseyn) Allah'a yaklaştığını ve O'nu gördüğünü bildiren ayetlere dayanır (en-Necm 53/ 7-14). Bu ayetlerde söz konusu edilen yaklaşmanın kimler arasında meydana geldiği ve Rasul-i Ekrem'in kimi gördüğü hususu iki şekilde anlaşılmaktadır:
Sahabeden Hz. Aişe, Abdullah b. Mesud, Ebû Zer el-Gıfârî, Ebû Hüreyre; tabiinden Mücahid, Hasan-ı Basrî, Katade ve müfessirlerin çoğu yaklaşma hadisesinin Hz. Peygamberle Cebrâil arasında gerçekleştiğini kabul eder.
Diğer görüş ise yaklaşmanın doğrudan Allah'la Rasul-i Ekrem arasında meydana geldiği şeklindedir. Enes b. Malik'den Şerik b. Abdullah yoluyla gelen Mîrac rivayeti buna delildir. Ancak hafızası zayıf olduğu bilinen Şerik'in nakledilen metni tam olarak koruyamadığı bilinmektedir.
Rivayetlerde sidretü'l-münteha'ya sadece peygamber ve meleklerin ulaşabildiği ve orayı geçmenin yalnız Rasulullah'a mahsus olduğu kaydedilir. Ancak İslam alimleri, Allah ve Rasulü arasında böyle bir yakınlaşmanın açıkça tecessüme delalet ettiğini ve ilgili metinlerin zaptı doğru olsa bile zahiri manalarıyla kabul edilemeyeceğini belirtmişlerdir. Allah'ın Peygambere veya Peygamberin Allah'a yaklaşması mekan ve mesafe kavramlarıyla değil Rasul-i Ekrem'in derece ve makamının yükselmesi, duasının kabulü ve çeşitli nimetlere mazhar kılınmasıyla açıklanmalıdır (Kadî İyaz, I, 205). Ayrıca, Necm Sûresi, İsra Sûresinden önce nazil olduğuna, İsra ve Mîrac da aynı gecede meydana geldiğine göre yaklaşma ve görmeyi ilgilendiren ayetle Mîrac olayı doğrudan bağlantılı değildir (Elmalılı, V, 3152).

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"anabilim dalı" mı, "ana bilim dalı" mı? hangisi doğru?